E-İLKÖĞRETİM.NET

Okul Öncesi, İlkokul, Ortaokul, Lise Tüm Dersler © 2023 Üyelik Gerektirmez


ÇİRKİN POSTACI

 

Dünyanın bana zindan olduğu günlerdi. Sanıyorum, birkaç defasında da evden

ağlayarak dışarı çıkmıştım... Hayatım kararmıştı da bir ışık bekliyordum sanki,

ama yoktu. İşte böyle düşündüğüm günlerde daire kapıma sıkıştırılmış bir mektup

buldum. Hayretle baktım üzerinde göndericisi yazmayan zarfa. Sonra odama girip

açtım... "Acıları paylaşmak insanların vazifesidir, diyordu. Senin geçtiğin

sokakta ben de vardım. Ama bir sokakta ya ben olmamalıydım veya paylaşılmamış

acılarını içinde gezdiren bir insan!... Ve ekliyordu sonunda; Sana her gün

mektup yazacağım..."

Mektubun sonunda da isim yazmıyordu. Peki kimdi bu?.. Kimdi, neden yazmıştı bu

notu ve neden "bana" yazmıştı? Aslında hoş sözlerdi... Ve aslında bir mektuba da

deliler gibi ihtiyacım vardı. Acaba dediğini yapacak mıydı, yazacak mıydı her

gün?.. Bunu zaman gösterecekti.

İlk gün kafam karışıktı. Hem kendi problemlerimi, hem dün gelen mektubu, hem de

yeni mektupların gelip gelmeyeceğini düşünüyordum. Sonraki gün posta kutumda

beyaz bir zarf buldum. Kalbimin çarptığını hissettim... Yazı aynıydı, odama

girip okumaya başladım mektubu. Bu, inanılmazdı...Bir bardak su içercesine biti

verdi mektup. Doymadım! Bir bardak su daha almış gibi kendime ve susuzluğumu

kandırır gibi yeniden okudum altı sayfayı... Sanki tanıyordu beni, sanki

yıllardır dertleşiyordum onunla...

Altıncı sayfanın sonunda diyordu ki; "Yarın yine yazacağım..." Yarın yine yazdı,

öbür gün yine... Ve sonraki günler yine yazdı... Her

mektubunun sonunda, yarın yine yazacağına ait not vardı ve her gün de dediğini

yapıyordu. Her gün işyerinden dönerken kalbim çarpıyordu heyecanla... Her gün

görüyordum posta kutumun bugün de boş olmadığını ve gariptir; artık yapayalnız

olmadığımı, kalbimin boş olmadığını hissediyordum. Bu mektuplar yüreğime

giriyor, sıkıntılarımı eritiyor ve beni yarınlara doğru itiyordu. Zannediyordum

ki; bunlar olmadan yaşayamayacağım. Öylesine alışmıştım ki onlara, olmasalar

sanki nefes alamayacağım!..

Vakit buldukça oturup eski mektupları bile yeniden okuyordum. Zaman geçti ve

zamanla beraber sıkıntılarım da geçti. O günlerden

geriye sadece eski mektuplar kaldı. Bir gün içimde karşı koyamadığım bir merak

peydahlandı; Kimdi bu?.. Nasıl biriydi?.. Onunla ilgili her şeyi merak etmeye

başlamıştım. O her gün yazıyordu ve nasılsa her gün yazmaya da devam edecekti!..

Bundan emin olduğum için de, "yazılarında anlattıklarından çok" nasıl bir

kalemle yazdığına, neden bu kağıdı seçtiğine, yazı stiline aklımı takmaya

başladım...

Yazıları öylesine deva olmuştu ki bana, onunla ilgili herşey de mükemmel

olmalıydı. Ama her şey... O gün evde kalmıştım. Kahvaltı yapmış ve bu harika

mektupların en azından nasıl biri tarafından getirildiğini görmeyi koymuştum

kafama...

 

Öğle vaktine doğru sokağa giren postacıyı gördüm. Koşarak aşağı indim.

Mektubumu kutuya şimdi bırakmıştı, eli henüz havadaydı... Gözgöze geldik. Aman

Allah'ım... Aman Allah'ım, bu ne kadar çirkin bir adamdı böyle!.. Dondum kaldım.

O da başını eğdi, döndü ve gitti. Orda, öylesine bekliyordum şimdi... Kutuyu

açıp mektubumu bile alamıyordum. Bunca zaman, bunca güzel mektubu, bu kadar

çirkin biri mi taşımıştı?.. O öptüğüm, kokladığım, göğsüme bastırdığım,

yastığımın üzerine koyduğum mektuplarıma benden önce bu adamın mı eli

değmişti?.. Saçmaladığımı biliyordum. Ama böylesine güzel duygularıma bu çirkin

yaratık karıştı diye az önce getirdiği zarfı alamıyordum. Kapıyı açtım, dışarı

çıkıp bir adım attım. Çoktan gitmişti. "Neye" olduğunu bilmiyordum, ama çok

kızgındım. Zarfa dokunmadan çıktım yukarıya. Odama girdim, eski mektuplarıma

baktım. Biliyordum, onlar benim en zor günlerimle bugünüm arasına köprü

olmuşlardı, ama onlara da dokunamadım. Bu güzelliğe bu çirkinliği

yakıştıramıyordum!.. Yarın iş dönüşü baktım ki, kutumda hâlâ o aynı "kirli"

mektup var! Almadım. Sonraki gün baktım; aynı mektup yine yapayalnız beklemekte.

Bir kaç gün sonra ise kutuya bile dönüp bakmamaya başladım!..

Altı-yedi hafta sonra dünya yine karanlık gelmeye başladı bana. Bir dosta, bir

morale ölürcesine ihtiyaç duymaya başladım. Herşey çok

ağırlaşmıştı yeniden. Uyku bile uyuyamıyordum. Gece yarısını geçiyordu aklıma o

mektup geldiğinde. Tereddüt bile etmeden aşağı indim, kutumu açtım ve mektubumu

aldım. Bir saat içinde üç defa okumuş... Özlemiş olarak göğsüme bastırmış... Ve

uzun zamandır ilk defa böylesine huzur içinde uyuyabilmiştim. Bunlar benim

ilacımdı, biliyordum. En çok o gün merak etmişim, bir daha ne zaman yeni bir

mektup geleceğini... Ve o akşam gözlerime inanamadım; kutumda mektup vardı. Yazı

aynıydı, zarfta yine isim yoktu. Üstelik bunda postanenin damgası da yoktu...

Açtım zarfı; içindeki kısacık mektupta şunlar yazıyordu: "Sana gelmiş bir

mektubu kırksekiz gün okumamakla ne kazandığını bilmiyorum... Ama artık benim

sana yazmaya vaktim olmayacak. Çünkü tayinim çıktı ve bugün başka bir şehre

gidiyorum. Hoşçakal. Çirkin Postacı!.."

Donmuş kalmıştım şimdi... Derin bir pişmanlık düğümlendi boğazıma, hıçkırarak

eve girdim. Çantamı açtım; tarakların, rujların ve diğer karışıklığın arasında

bulduğum mavi göz kalemiyle, bir kağıda; "Lütfen bana tekrar yaz" yazıp posta

kutuma koydum. Bir daha hiç kilitlemediğim kutuda, aynı notum iki yıldır

yapayalnız bekliyor!